Bir İlkokul Çocuğu

Bir ilkokul çocuğunun hikayesi bizi alıp götürecek 1985 li yıllara. Öyle acayip yıllar ki bu yıllar, eğitimin insan hayatını tamamen değiştirdiği zamanlardan bahsedeceğiz. Hikayemizin kahramanı büyük bir bahçesi olan müstakil bir evde toplumdan izole olarak sadece ailesi ve kuzenleri ile zaman geçirmiş bir çocuk. Dış dünyanın acımasızlığı hakkında hiçbir bilgisi yok. Özellikle varoş bir mahallenin daha çok küçükken kötülükleri öğrenmiş çocuklarının olduğu bir mahalle. Hadi gelin bu hikayeyi kahramanımızdan dinleyelim.

İlkokula başlamanın ve okulun ne olduğu hakkında bir bilgim yoktu. Okula gidiyordum fakat korktuğum için teneffüs zili çaldığında çıkıp eve geri geliyorum. Kuzenim benden bir yıl önce başlamıştı ve beni kuzenim götürüyordu okula. Bir gün annem okula giderken bana para vermişti bende parayı elimde bir çiçek gibi tutarak cebime koymadan okula gitmiştim, okula girerken çocuklar benim elimden paramı alıp kaçmışlardı. Çok üzülmüştüm ve kızmıştım. Neden böyle yaptıklarına bir anlam verememiştim. Hiç unutamadığım anılarımdan biri de saçım uzun olduğu için beni okula almamışlardı ve eve göndermişlerdi. Eve geldiğimde annemin zigzaglı terzi makası ile saçımı kesip beni okula göndermesi ve çocukların benimle dalga geçmesi hiç aklımdan çıkmıyor. Ben ilk okul birinci sınıfa dair çok bir şey hatırlamıyorum o yüzden ızdırap dolu ikinci sınıfa geçmek istiyorum hemen.


İkinci sınıfa yeni taşındığımız lojmanların içinde bulunduğu sitenin ilk okulunda devam ettim. Bu site de elimden paramı alıp kaçacak çocuklar yoktu ama zalim, zır deli bir ilk okul öğretmenimiz vardı ve kadın kafayı bana takmıştı. Dayak yemediğim gün yoktu üstelik yalnız değildim beraber dayak yediğim Sultan adında bir kız vardı. Biz beraber her gün dayak yiyorduk ve neden dayak yediğimizi bilmiyorduk. Böyle devam edip giderken ben derslerden iyice koptum ve içime kapanıp günlük dayağımı yiyip yerime oturdum. O zamanlar öğretmenlerin çocuklara dayak atması eğitimin bir parçası olarak görülüyordu. Bu kadın beni ve dayak arkadaşım sultanı sınıfta bıraktı.

İkimiz de o kadından kurtulduğumuza çok seviniyorduk. Ben yeni öğretmenimin dayak atmıyor olmasına çok sevinmiştim. Çok ilgili ve şefkatliydi. Güzel güzel anlatıyor ve bize dersi sevdiriyordu. Ben en başarılı öğrencilerden biri olmuştum.

Üçüncü sınıfa geçtiğimizde bizim öğretmenimizin giyim tarzı değişmeye başladı, kadın her gün biraz daha kapalı giyinmeye başladı ve din hakkında daha çok konuşur oldu. Bize ilahiler öğretmeye başladı “maden şarkı söylemek istiyorsunuz, bundan sonra bunları söyleyin” demişti. Bir de hiç unutmuyorum “vardar ovası” şarkısını bize öğretmişti.

Biz ilk okuldan sonra devlet parasız yatılı okullarında okuyabilmek için sınava girecektik ve öğretmenimiz benim gibi başarılı öğrencilerden bir grup oluşturup bizi sınava hazırlayacaktı. Ailelerimizle görüşüp onları ikna ederek hafta sonları kendi evinde bize özel ders vermeye başladı “aylık doksan lira”. Bu özel derste yaptığımız tek şey öğretmenin dergiden bize okuduğu konuları deftere yazmaktı. Kısa ders aralarında Hz. Muhammedin hayatından kesitler anlatırdı. Öğretmenimiz koyu bir dindar olmuş ve Müslümanlığı yaymaya ilk olarak bizden başlamıştı. Din derslerinde uygulamalı namaz dersleri alıyorduk. Eğitim artık din ağırlıklı ilerliyor ve öğretmenimizin giyim tarzı tam kapanmaya doğru gidiyordu.

Öğretmenimiz yaptığı sınavlarda, kağıtları toplamadan soruların cevaplarını sırası ile söyleyerek puanlandırmayı bize yaptırıyordu. Ben de yanlışlarımı öğretmenimizin söylediği doğrularla düzeltiyordum ve her sınavdan yıldızlı pek iyi alıyordum. Bir süre sonra sınav sorularının hiç birini işaretlemeden sınavın sonunu bekler olmuştum. Çünkü öğretmenimiz sınavın sonun da bize cevapları söylerken işaretlemek daha mantıklı geliyordu. Benim bütün derslerim 5 pekiyi olarak gidiyordu. Artık ders çalışmanın gereksiz olduğunu düşünüyordum ne de olsa sınavın sonunda cevapları alıyorduk. Devlet parasız yatılı okullarının sınavında hiç bir şey yapamadım, çünkü hiç bir şey bilmiyordum. Orta okul ve liseyi bir sonraki yazıda anlatmak istiyorum size.

İlkokul öğretmenleri, çocukların bilinç altı düşüncelerinin oluşmasında büyük bir etkendir. Kahramanımızın başından geçen olaylardan önek vermek gerekirse, dayak yediği için özgüvenini kaybetmesi iyi bir örnek olacaktır. Örneğin evde veya okulda şiddet gören bir çocuk okul da arkadaşlarına şiddet uygulama eğiliminde olabiliyor. İlk okul çağlarında çocukların karakterleri yavaş yavaş şekil almaya başlıyor. Öz güvenli, cesur, öz disiplinli bir çocuk olabiliyorken, kendine güvenmeyen, içine kapanık, disiplinsiz, başarısız bir çocukta olabiliyor. Eğer ailesinin ilgisi sürekli çocuğun üzerinde olursa ve çocuktaki değişiklikleri gözlemleyerek sorunları tespit ederlerse, çocuğun gelişimi için çok başarılı sonuçlar elde edebilirler.

Çocuklar hayatlarındaki ilklerin bir çoğunu ilk okul da yaşamaktadır. Maalesef bu ilklerin hepsi iyi olanlar olmuyor. İyi olanlardan örnek vermek gerekirse çocukluk aşkı ve sıra arkadaşı, hayatı boyunca hiç ama hiç unutmayacağı anılar olacaktır. Kötü olanlardan örnek vermek gerekirse dayak yemek, ceza verilerek küçük düşürülmek ve bunlar yüzünden arkadaşlarının ona saygı duymaması. Bu travmalar gerçekten çocukların bilinç altında öyle derin yaralar açıyor ki, bir ömür boyu bu yaralarla yaşamak zorunda kalabiliyor. Kahramanımız yeni öğretmeninin şefkatli ve ilgili yaklaşımı sayesinde yeni sınıfa adapte olmuş ve en başarılı öğrenciler arasına girmiş. Bir öğretmen sadece maaş almak için ve istemeyerek, sevmeyerek öğretmenlik yapması sonucunda çocuklar ciddi zarar görmektedir.

Kahramanımız ders çalışmayı bırakmış çünkü sınav sonunda cevapları öğretmeni açıkladığında işaretleyip sınavı geçmek daha kolay gelmiş kendisine. Burada şu konuya değinmek gerekiyor, okula gitmenin amacı bu çocuğa öğretilmemiş. Sadece sınavlarda başarılı olmak ve sınıfı geçmek için okula gittiğini düşünen bir çocuk, kahramanımızın yaptığı gibi kolay bir yolunu bulduğunda kolay yoldan gidecektir. Ben her zaman şuna inanırım, bir çocuğu konuşmak için karşınıza aldığınızda onunla bir çocuk gibi değil bir yetişkinmiş gibi konuşmalıyız. Diğer zamanlar çocukla oyun oynarken, eğlenirken onu eğlendirecek şekilde konuşulabilir. Bu sayede siz onunla konuşurken önemli bir konu hakkında konuştuğunuzu anlayacaktır.

Öğretmenin kendi yaşam tarzını ve inancını öğrencilerine aşılaması hiç ama hiç etik değil. Din merkezli bir yaşam sürmeye başlayan öğretmen bunu kendi hayatında ailesi ve onun gibi bir yaşam süren insanlarla beraber yaşamalıdır. Çocuklar büyüdüklerinde nasıl bir yaşam şekli istiyorlarsa bırakalım kendileri seçsin.


Bu yazı ile ilgili düşüncelerinizi benimle paylaşmanızı rica ediyorum. Bütün eleştirilere sonuna kadar açığım. Okurken keyif almanızı temenni ederim. Saygılarımla.

One Comment Kendi yorumunu ekle

  1. Mesut Küçük adlı kullanıcının avatarı Mesut Küçük dedi ki:

    Ben de öğrenciyken öğretmenin yaptığı haksızlıklara maruz kalmıştım. Eskiden öğretmenler bilinçsizdi ve anne babalar da öyleydi maalesef.

    Liked by 1 kişi

Mesut Küçük için bir cevap yazın Cevabı iptal et